NASRULLAH CAMİSİNİN SULARI
İnşa edildiği 1506 yılından bu yana Kastamonu’muzun en ünlü mekânlarından biridir Nasrullah Kadı Camii. Caminin hemen önünde de yine çok ünlü bir şadırvanı vardır. Şadırvanın ta ortasında ise suyu bol ve sürekli akan, akarken de suyu yukarı yukarı hoplatan bir haznesi bulunur. Halk arasında yaşayan bir söylenceye göre, bu şadırvandan bir kez su içen kişi ömründe ya yedi kez Kastamonu’yu ziyaret etmekte ya da Kastamonu’ya yerleşmektedir. Bu kısa bilgilerden sonra bu cami ve şadırvanı ile ilgili bir anıyı paylaşmak isterim. Çok uzun yıllar önce, kısa dönem askerlik için gittiğim Burdur’da yaşadığım bir anıdır bu. Askerlik yapan herkes bilir ki çarşı izni askerliğin olmazsa olmazlarındandır. Özel mektupların postalandığı, “her gün her gün aynı yemek çıkıyor” diye şikâyet edildiği halde lokantalara koşulup kuru fasulye-pilavların yenildiği, mercimek çorbalarının içildiği özel anlardır çarşı izinleri. İşte böyle bir çarşı izninde, yanımda Zonguldak ve İstanbullu iki arkadaşımla gezerken biraz dinlenmek üzere bir parka girdik. Oturacak bir bank ararken, iki bacağının arasına sıkıştırdığı iki eliyle tuttuğu bastonuna dayanmış bir şekilde oturan yaşlı bir amca bize seslendi:
-Gelin bakalım asker ağalar. Buraya hepimiz sığarız.
Teşekkür edip yanına oturduk. Sıkışmayalım diye bankın en ucuna kadar çekilmişti. Yavaşça bize dönüp sordu:
-Nerelisiniz bakem? Hele bir deyverin.
Arkadaşlarım memleketlerini söylediler. Ben de “Kastamonuluyum” dedim. Kastamonu sözünü duyar duymaz, o yaşlı, titrek ihtiyar birden canlandı. Bastonuna yasladığı başını kaldırıp bana döndü. Sesi titriyordu:
-Kastamonu mu? Sen Kastamonulu musun?
“Evet” dedim, Kastamonuluyum.
Artık ışıl ışıl parlayan gözleri ile bana bakarak sordu:
-Nasrullah Camisine gittin mi oğlum?
-Gitmez miyim? Hem de çok, pek çok gittim amca. Yine titreyen bir sesle hemen sordu:
-Şadırvanın suyu yine “tüğüyor mu?”
Bizim oralarda çok kullanılan bir kelime ile, “tüğmek” kelimesi ile sorulan bu soruya şaşırmamak elde değildi.
-Tüğüyor ya, hem de nasıl tüğüyor. İyi de amcam, sen nereden biliyorsun bu şadırvanı? Hele hele bu tüğmek kelimesini nereden duydun?
Sanki uzun zamandır bu soruyu bekliyormuş gibi anlatmaya başladı. Uzun yıllar önce askerlik yaptığı yerden gizli bir mektupla Kastamonu’ya gönderilmiş. Kimi zaman atla, eşekle; kimi zaman kağnı arabasıyla; çoğu zaman da yürüyerek Kastamonu’ya varıp kışladaki subaya mektubu vermiş. Subay bu önemli mektubu ulaştırdığı için sarılıp öperek kutlamış onu. Sonra da yemek verip yatacak yer göstermişler. Ama sonraki zamanlarda kimse “artık senin işin bitti, sen artık birliğine dön” dememiş. Tam dokuz sene asker olarak Kastamonu’da kalmış. En sonunda yeni gelen komutanlarının dikkati sayesinde askerliğini bitirmişler ve tezkere alarak memleketine dönmüş. Anlattıklarının her kelimesinde gözlerinden ayrı bir yaş damlayarak konuşuyordu. Sonra her fırsatta Nasrullah Camisine gittiğini, şadırvandan abdest alıp su içtiğini anlattı bize. Oraları yani bizim buraları çok sevdiğini, çok da özlediğini söylerken çocuk gibi ağlıyordu artık. Benim de gözlerim yaşarmıştı doğrusu. Uzun uzun oraların son durumunu anlattım. “Merak etme amcam, yine gidersin inşallah” Ben de gelecek hafta yine gelir sana anlatırım oraları. Sen de bana anlatırsın yaşadıklarını” diyerek vedalaştık. Çarşı iznine çıkar çıkmaz doğruca parka gittim. Yanımda yine aynı arkadaşlar vardı. Parkın her yanına baktık ama amcayı göremedik. Parkın temizlik görevlisine sordum. “Ha, Abdullah amca mı? İki gün önce rahmetli oldu” dedi. Burası sözün bittiği yerdi benim için. Kastamonu’ya ilk gidişimde onun için de su içtim şadırvandan.
Ali Cengiz TOPCUOĞLU